
Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr – 1996 yılında İstanbul’da doğan Kübra ve Mustafa Alp çifti, 2012’de lisede tanışıp 2018’de evlendi. Mustafa lojistik sektöründe uzaktan çalışıyor. Kübra ise dövme yapıyor ama henüz kendi alanında çalışmaya başlamadığı için sosyal medya ile ilgileniyor. Tanıştıklarından beri hayalleri hem sürekli beraber olmak hem de doğanın içinde özgür bir yaşam kurmaktı. Şehirdeki düzeni ve yaşadıkları sistemi hep sonu olmayan bir döngü olarak gören çift, “Hayalimiz hep bir karavan alıp gezerken yaşamak isteyebileceğimiz bir yer bulup oraya yerleşmekti. Telaşlı, aceleci ve gergin bir büyük şehirde yaşamak bize göre değildi. 2025’in Şubat ayında İstanbul’daki ev sahibimiz evden çıkmamızı isteyince ani bir karar aldık. Karavan hayalimizi erteleyip, köpeğimiz (Phoebe) ve kedimizle (Bebit) Fethiye’ye yerleştik. 7 aydır Fethiye’de yaşıyoruz” şeklinde konuştu.

‘İLK DUYDUĞUMUZDA BİZİM İÇİN ÇOK YIKICI BİR HABERDİ’
4 yıldır yaşadıkları evin sahibi, Mart ayındaki sözleşme yenileme döneminden bir ay önce Şubat ayında çifti aradı ve binanın inşaata gireceğini bu sebeple en geç Haziran ayında evi boşaltmaları gerektiğini söyledi. Ev sahibi, inşaat sürecinde de kendisi veya yeğeninin, Alp çiftinin oturduğu dairede oturup inşaatla ilgileneceğini belirtti. “Planımızda olmayan büyük bir değişiklik tam da Mustafa, Mart ayında askere gidecekken karşımıza çıkmış oldu. Bu durum hem maddi hem de manevi olarak o dönemde bizim için çok yorucuydu” diyen çift, “İlk duyduğumuzda bizim için çok yıkıcı bir haber oldu çünkü askerlik için zaten büyük bir maddi yükün altına girmiştik. Aslında bizim bu seneki planımız askerden sonra para biriktirip arabamızı satarak ufak bir karavan almak ve hayal ettiğimiz özgürlüğe biraz daha yaklaşmaktı” diyerek şunları söyledi:
“Karavan almayı bir kenara bırakıp taşınma masraflarını karşılamak için üstüne arabamızı da satmamız gerekiyordu. Bir insanın tek bir telefonla bizi çok büyük maddi manevi bir yükün altına sokabiliyor olması, hayatımıza bu kadar etkisi olabilmesi bizim için çok zorlayıcı oldu. Maddi boyutunun dışında manevi olarak da bu kadar dış etkenlere, diğer insanların kararlarına bağlı yaşamak bizi çok büyük bir buhrana soktu. Yıllarca bağımsızlaşmak için çalışıp emek verdikten sonra sıfıra geri dönmek üzücüydü.”

‘İSTANBUL’DA KİRALAR YÜKSEK VE EVLER KÜÇÜCÜK’
İlk olarak İstanbul’da ev aramaya başladıklarını söyleyen çift, “İşlerimiz, ailemiz, arkadaşlarımız İstanbul’daydı ve bir düzenimiz vardı. Başlarda İstanbul’dan gitmek aklımızın ucundan bile geçmiyordu zaten yıllardır hep istesek de çok zor gibi görünen göç etme fikri böyle zorlayıcı bir dönemde daha da imkansız bir şey haline dönüşmüştü. Ev ararken hangi semte gitsek sanki binalar üzerimize çıkacak gibi geliyordu, baktığımız hiçbir yer içimize sinmiyordu. Kiralar çok yüksek, evler küçücük birçok ev sahibi evcil hayvan kabul etmiyordu. İyice bunalım hali almaya başladığında bir akşam dedik ki ‘Bir telefonla hayatımızın düzeni tamamen alt üst olabiliyorsa neden bunu kendi istediğimiz, hayal ettiğimiz hayat için, kendimiz için biz yapmayalım’. Zaten İstanbul’da yaşamak istemiyoruz bakalım başka şehirlere taşınmak istesek şartlar nasıl diye düşündük” bilgisini paylaştı.
İstanbul’dan taşınmaya kesin karar verdikten sonra ilk olarak İstanbul’a daha yakın yerlerden başlayarak her şehri araştırmaya koyuldular. Keskin bir geçişin zor olacağını düşünüp, yaz/kış hayatın devam ettiği, köy hayatını yaşarken kolay bir şekilde şehir imkanlarına da ulaşabilmeyi ilk kriterleri olarak belirlediler. Bazı yerleri kışın hayat olmadığından bazılarını fiyatların çok yüksek olmasından elediler. ‘İkimiz de hem doğayı, ormanı hem de denizi çok seviyoruz ve kolay ulaşmak bizim için çok önemliydi’ diyen çift, “Aslında ilk düşüncemiz İstanbul’a kolay gidip gelebilmek olsa da araştırdıkça istediğimiz her şeyi Fethiye’de bulabileceğimizi fark ettik. Burada yaz/kış yaşayan bir nüfus var ve merkeze köylerden ulaşım 15-20 dakika sürüyor. Merkezde, şehirde ulaşmak isteyeceğin her şeyi bulmak mümkün. Aynı zamanda köylerdeki yapı bozulmamış ve insanlar burada eskiden beri gelen geleneklerini, yaşantılarını sürdürmeye devam ediyor. Meyve, sebzenin en doğal en güzelini hala burada bulmak mümkün. Herkesin bahçesinde ağaçlar tarlalar var ve çoğu aile yediklerini kendisi mevsimine göre yetiştiriyor” ifadelerine yer verdi.

‘İLK ZAMANLARDA ALTINDAN NE ÇIKACAK DİYE DÜŞÜNÜYORDUK’
‘Karar verdiğimiz ilk zamanlar 10 günden fazla belki neredeyse hiç uyuyamadık’ diyen çift, “Tamamen bir bilinmezlikti, hiç tanımadığın bilmediğin bir yerde yaşama fikri çok korkutucu gelmişti. Buraya taşınana kadar da o korkutucu his aslında tam olarak geçmedi. Taşınma kararından ve evi tuttuktan 45 gün kadar sonra buraya taşındık ve bu süre bizim için baya gericiydi. Çok fazla ‘Ne yapıyoruz biz?’ sorusunu sorduk birbirimize. Uzun yıllardır hayal ettiğimiz şey gerçek oluyor olsa da bilinmezlik insana bir korku veriyor. Taşındıktan 1 ay kadar sonra o korku hissi tamamen yerini özgürlük ve huzura bıraktı. Gün içinde yaşadığımız çoğu stres artık yoktu. Stres ve sinir yerine heyecan ve merak içinde geçmeye başladı günlerimiz” şeklinde konuştu.
‘İlk zamanlar en çok yaşadığımız duygu galiba şaşkınlık olabilir’ diyen Alp ailesi, “İnsanlar güler yüzlü ve yardım etmekten çekinmiyor, trafikte birileri bize yol veriyor, herkes kasklarını motorunun üzerinde bırakıp gidiyor, işlek ana caddelerde bile tavuk, koyun her türden hayvan görebiliyoruz. İyi ya da kötü, şehirlerle değil, insanla alakalı bir durum olsa da şehirde o kadar çok tetikte yaşamaya alışmışız ki buradaki insanlar bize fazla iyi niyetli görünüyor” dedi ve ekledi:
“İlk başlarda birisi herhangi bir konuda yardımcı olmaya çalıştığında ‘Acaba altından ne çıkacak?’ diye düşünüyorduk, sonra anladık ki buralarda insanların normali buymuş. Büyük şehirde doğup büyümüş insanlar olarak burada bizim için bambaşka bir dünya var gerçekten. İstanbul’dan gitmek istememizdeki en büyük sebeplerden biri insanlardı, bu yüzden hayatımızdaki en büyük değişiklik de insanlara karşı bakış açımız oldu diyebiliriz. İnsanlara olan güvenimiz burada geri geldi; şimdi komşularımızla vakit geçiriyoruz, ihtiyacımız olduğunda çekinmeden insanlardan yardım isteyebiliyoruz hatta çoğunlukla onlar kendileri bizim ihtiyacımız olabilecek konularda yardımcı olmaya çalışıyorlar, saat kaç olursa olsun rahatça sokakta yürüyebiliyoruz. Diğer bir önemli konu da artık daha sağlıklı yaşıyoruz. Yediğimiz çoğu şey ya komşularımızın bahçesinden, ya kendi bahçemizden ya da pazarda direkt üreticiden aldığımız ürünler. Her gün ormanda yürüyüş yapıyoruz hem de uzun uzun yol gitmeden sadece kapıdan çıkmamız yetiyor. Haftada bir iki defa denize gidip yüzüyoruz.”

‘TÜM YAZI TEK TERLİKLE GEÇİRMEK BURADA ÇOK NORMAL’
‘Burada en zengin ile en fakiri ayırt etmek pek mümkün değil’ diyen çift, “İstisnalar var ama genel olarak insanlar standart, işlerini gören arabalara binip, normal bir hayat sürüyorlar. Biz köy kısmında olduğumuz için herkes bahçesiyle ya da hayvanlarıyla ilgileniyor. Şehirde belki birçok insana ‘İşi gücü bırakır emekli olurum’ dedirtecek kadar mal varlığı olan insanlar çiftçilik yapmaya devam ediyor. Statü farkını burada hiç hissetmiyoruz. Burada da 9-5 çalışanlar var ya da marketlerde, mağazalarda zor şartlarda çalışan insanlar var. İstanbul’dan faklı olarak bu insanlar işten çıktıktan sonra denize, ormana gidebiliyor. İşe bisikletiyle ya da motoruyla 10-15 dakikada varıp trafikte gününün yarısını harcamıyorlar. İnsanların daha mutlu olduklarını her yerde görmek mümkün” ifadelerine yer verdi.
‘Burada yaşamak İstanbul’a göre daha ucuz değil’ diyen Alp ailesi, “Belki merkeze çok yakın olmayan yerler için kiralar daha uygun diyebiliriz ama merkezde ev kiraları İstanbul’la yarışır bir durumda. Marketler, pazarlar, mağazalar İstanbul’da nasılsa burada da aynı. Aradaki fark büyük şehirde ihtiyaç olarak gördüğümüz çoğu şey burada ihtiyaç gibi gelmiyor. Mesela bütün bir yazı tek bir terlikle geçirmek burada gayet normal. Kış için bir en fazla iki çift ayakkabı yeterli. Sürekli insanı alışverişe iten bir düzen burada yok. En son çıkan telefonu almasan da olur mesela ya da en pahalı yerlerde yemek yemesen de olur kimse burada bu tarz şeyleri önemsemiyor. Sebze meyve konusunda belki fiyatlar birbirine çok yakın olabilir ama ürünlerin kalitesi tazeliği burada İstanbul’la kıyaslanamaz bile. Yani aslında maddi açıdan çok fark olmasa da ürünlerin kalitesi burada çok daha iyi. Aynı maliyetlere daha kaliteli bir hayat diyebiliriz” şeklinde konuştu.

‘DÜNYANIN EN GÜZEL DENİZİNE GİRİP KENDİ YETİŞTİRDİĞİMİZ SEBZELERİ YİYORUZ’
‘Burada yaşamaya başladıktan bir süre sonra fark ettik İstanbul’da yaşarken sürekli gergin ve çok mutsuzmuşuz’ bilgisini paylaşan çift, “Gün içerisinde şehirde yaşadığımız hiçbir stres yaratan etkene maruz kalmıyoruz. Bu duruma alıştıktan sonra çok basit şeylerden bile keyif almaya başladık, kendimizi daha rahat ve güvende hissediyoruz. Mutluluğu daha basit şeylerde bulabildiğimizi görünce aslında sorun olarak gördüğümüz şeylerin o kadar da önemli olmadığını düşünmeye başladık. Düşüncelerimizi, duygularımızı daha net anlayabiliyoruz, kendimizi dinlemeye başladık. Daha iyi hissettikçe daha üretken oluyoruz, ürettikçe de daha iyi hissediyoruz” dedi ve ekledi:
“Ayrıca buraya geldiğimizde beri, pişman olduğumuz hiçbir anımız olmadı ama iyi ki dediğimiz çok fazla şey var. Yaşam kalitemiz arttı, bizim gibi düşünen insanlarla tanıştık, sıkışmışlık hissinden kurtulduk, hayatımızda hiç olmadığımız kadar aktifiz, birbirimize çok daha fazla zaman ayırabiliyoruz. Doğanın içinde çok keyifli vakitler geçiriyoruz, her gece kendi bahçemizde sonsuz yıldız görebiliyoruz. Etrafımızda kocaman binalar yerine kocaman dağlar var, hiç görmediğimiz bir sürü hayvan gördük, dünyanın en güzel denizlerine giriyoruz, kendimize ait çok güzel bir bahçemiz var, kendi yetiştirdiğimiz sebzeleri yiyoruz. Trafikte beklemiyoruz, her yere ulaşmamız maksimum yarım saat.”

‘Buraya taşınma süreci bize hayatta başımıza gelen kötü olarak gördüğümüz şeylerin bazen çok daha iyi şeylere vesile olabileceğini öğretti’ diyen çift, “Farklı bir düzenin ve hayatın da mümkün olduğunu gördük. Yediğimiz bir zeytinin bile ne kadar büyük bir emekle bize ulaştığını öğrendik. Aslında mutluluk olarak bize öğretilen şeylerin yapay olduğunu gerçek mutluluğun çok daha doğal şeylerden geldiğini öğrendik. Toprakla uğraşmayı, bir şeyler yetiştirmeyi, doğayla bütün şekilde yaşamayı öğrendik” dediler ve sözlerini şöyle sonlandırdılar:
“Şu an sosyal medyada kaliteli içerikler üretmeye ve deneyimlerimizi en iyi şekilde yansıtmaya odaklandık. Diğer insanların da bu hayatın mümkün olduğunu görmesini istiyoruz. Sonra karavan hayalimizi gerçekleştirmek istiyoruz ve kendimize ait bir ev yapmak, deneyimlediğimiz yeni hayatımızı orada sürdürmek istiyoruz. Belki ileride ailelerimizi de kendi yaşadığımız gibi bir hayata dahil etmek en çok istediğimiz şeylerden biri, umarız bir gün sevdiklerimizi de yeni yaşam şeklimize dahil edebiliriz.”
